Ömer Madra:
Demir Sakaryalı adlı bir dinleyicimizden gelen ve bu programa yönelik bazı soruları var, istersen onların da cevaplanmasına gidelim...
Hasan Ersel: Ben önce sayın Demir Sakaryalı’ya teşekkür ederim, çünkü memnun kalmamış programdan, tatmin olmamış ve gözlemleri ile söylenenlerin uyuşmadığını söylüyor. Ama ondan sonra gayet kibar bir şekilde ve derli toplu olarak sorularını ve eleştirilerini yöneltmiş. Böyle bir tepki almak hoş bir şey. Birkaç madde halinde cevap vereyim:
1) Sayın Sakaryalı diyor ki, “enflasyon düşüşü bizi etkilemedi, tersine hayat pahalılığı % 50 arttı.” Haklı olabilir... Üstelik iktisadi açıdan bunda bir çelişki de olamayabilir… Bir ülkede enflasyon düşerken, hayat pahalılığı artabilir. Çünkü enflasyon ile hayat pahalılığı, zaman zaman karıştırılmalarına rağmen, farklı kavramlardır. Enflasyon genel fiyat düzeyinde sürekli artış olmasıdır. Hayat pahalılığı ise kişilerin aldıkları malların fiyatlarının gelirlerine oranla artıp artmadığını gösteren bir kavramdır.
Örnek vereyim: Ekonomide sadece ekmek olduğunu düşünelim. Dolayısıyla enflasyonu ekmek fiyatıyla ölçebiliriz. Ekmek fiyatı 100 lira olsun (nerede!), bu sırada ortalama aylık kişi başına gelir de 3000 lira olsun. Yani ortalama bir insan aylık geliriyle 30 ekmek alabiliyor olsun. Yani günde bir ekmek yiyebiliyor.
Şimdi iki durumu düşünelim. Birinde enflasyon yüksek olsun. Diyelim ki % 50. Bu durumda ekmek fiyatı 150 lira olacak. Bu ekonomide kişi başına aylık parasal gelir de % 50 artsın, 4500 lira olsun. Bu kişi yine ayda 30 ekmek alabilecek. Dolayısıyla enflasyon yüksek ama bu kişi için hayat pahalılığında bir değişiklik yok. Geliri aynı miktar ekmek almaya yetiyor.
Şimdi ikinci bir durumu düşünelim. Diyelim ki, enflasyon % 10’a düştü. Ekmek fiyatı 110 lira oldu. Ama kişinin aylık geliri sadece % 2 arttı ve 3060 lira oldu. Bu durumda bu kişi ayda sadece 27+ 4/5 ekmek alabilecek. Yani her akşam bir ekmek yiyemeyecek. Yani hayat pahalılığı enflasyonun düştüğü durumda arttı... İşte bu nedenle enflasyonu düşürme programlarının kişilerin, özellikle de sabit gelirlilerin çok aleyhine sonuçlar vermemesi için neler yapılması gerektiği çok önemli bir sorundur. Onun için de bu ‘toplumsal güvenlik ağları kurulması’ önerileri gündeme geliyor.
2) “Günlük yaşamımızda fiyat artış hızının kesildiğini görmüyoruz” diyor, Sn. Sakaryalı... Doğrusu bana da öyle geliyor. Bunun iki nedeni olabilir. Birisi, aldığımız mallar, fiyatları genel fiyat endeksinden hızlı artan mallar olabilir. Ama takdir edersiniz ki, bu herkes için doğru olamaz. Daha önemli bir neden, tüketici fiyat endeksini oluşturan mal sepetinin, insanların gerçek tüketimleriyle uyuşmamasıdır. Yani bizim aldığımız mallar başka, endekse giren mallar başka, ya da ağırlıkları değişmiş olabilir. Kanımca DIE’nin kullandığı mal bileşimi ve ağırlıkların yenilenmesi gerekiyor. Türkiye’nin genç nüfusu var diye, nedense, böbürlenip duruyoruz. Ama bu her zaman çok rahatlatıcı bir durum değildir. Bunlardan birisi de gençlerin yaşama bağlılıkları, yenilikleri takip etmeleri nedeniyle yeni mallara daha çabuk geçmeleridir. Gençler yaşama daha bağlıdırlar, yenilikleri izlerler. Dolayısıyla yeni mallara daha çabuk geçerler. Benim yaşımda olanların tüketim kalıbı pek değişmez. Zaten yiyebileceklerimin % 80'nini doktor yasaklıyor, kalanını da karım... Ama gençlerinki değişir. Oysa bizde tüketici endekslerine temel olan ağırlıkların saptandığı tarih yanılmıyorsam 1994’dür... Epeyce eski yani... Bu ağırlıklar Türkiye nüfusunun tüketim desenini göstermiyor. Burada bir dalavere yok ama tüketici aketlerinin yenilemesi gereği var.
3) “Peşin para ile kredili alışveriş arasında bir fark olduğunu” söylüyor dinleyicimiz... “Eğer peşin parayla alışveriş yapılsa enflasyon düşmez mi” diye soruyor... Peşin paradan kastettiği cebimizdeki, Merkez Bankasının bastığı banknot... Asıl sorun ödemenin plastik kartla mı yoksa bu banknotlarla mı yapıldığı değil... Sorun ödemeyi neyle yaptığımız değil, çünkü ister plastik kartla yapın, ister banknotla yapın; diyelim ki bu paranın kaynağı ne? Örneğin borç alıp cebinize koyup banknotla ödüyorsanız, yine siz borçlandınız demektir.
Buna karşılık kredi kartınızla yaptığınız alışverişin borcunu ay sonunda ödüyorsanız, sadece ay içinde harcama kaydırması yapıyorsunuz demektir. Bu durumda siz gelirinizi aşan harcama yapmıyorsunuz demektir. Esas sorun, tüketicinin kullanabildiği kredi hacminin ekonomide tehlikeli boyutlara doğru gitmesi, yani toplam istemin toplam sunumu aşmasına yol açmasıdır. Bence, dinleyicimiz okuyucuya şirin görünmek için, bankaların kredi kartı faiz oranını indirmelerini isteyenlerin ne yapmak istediklerini daha iyi düşünmeli... Dünyada hiçbir yerde tüketici kredi kartları üzerinden kredi kullanmak ucuz değildir. Merkez bankaları buna müdahale eder. Çünkü özel tüketim yani hane halklarının tüketimi milli gelirin % 70-80’ini oluşturur. Bu kadar büyük bir kalemin gereğinden fazla şişmesi halinde enflasyonist baskı doğar. O yüzden sınırlanması gereken şey şudur; insanlar gelirlerinin izin verdiği ve yaşamlarının gerektirdiği sınırlar içinde kredi kullanabilmelidir. Bir ev ya da bir çamaşır makinası almak için illa peşin para ödemek gerekmez. Ama kişinin keyfince kredi kullanmasına izin veren bir toplum tabii enflasyon tehlikesiyle karşılaşır. Bunun hangi mekanizma ile olduğu da hiç önemli değildir... İster gideyim babamdan borç alayım, ister kredi kartımı kullanayım sonuçta herkesin borcunun biriktiği ve tüketiminin hızlandığı bir ülkede enflasyonist baskılar er geç oluşur.
Tabii dinleyicimiz “peşin fiyatına taksitle” sözüne inanmamakla haklı... Zaten böyle bir ilan veren firmaya gidip peşin alacağım deyin, indirim elde edersiniz... Belki de; bu yanıltıcı bir reklam mıdır, ona da bakmak lazım galiba?
ÖM: Evet, reklam etiği açısından...
HE: “Peşin fiyatına taksitle” dediği “eski peşin fiyatına, ben onu düşürdüm, eski peşin fiyatına ben onu şimdi taksitle veriyorum” demek istiyor.
ÖM: Önemli bir nokta da buradan çıkıyor, doğru.
4) Sn. Sakaryalı “Dolar bazında herşey pahalılanmıştır” diyor. Evet doğru... Zaten iktisatçıların dili ile “Türk lirası reel olarak değer kazanmıştır” bu anlama gelir... Bir nokta daha... Dolar Euro karşısında değer yitirdiği için, Avrupa’dan aldığımız malların da Dolar cinsinden değeri arttı... Ama bunun TL cinsinden geliri olan bir kişi için anlamı, hayat pahalılığının bu mallar cinsinden düşmekte olmasıdır.
5) “Üç çift ayakkabı bir televizyon fiyatı ediyorsa, bu garip değil mi?” diyor dinleyicimiz. Garip ama gerçek... Ben çocukken, (1950'lerden söz ediyorum) babamın maaşı iyi bir radyo almaya yetmezdi. Ama Eskişehir pazarından annem, kendisi, emireri (babam subaydı) ve hamalın taşıdığı sebze ve meyvelerle eve dönerdi her hafta... Şimdi o alışverişi yapmaya kalksam, ödeyeceğim parayla radyoyu rahatlıkla alırım... Çünkü zaman içinde sebze ve meyveye göre radyo ucuzladı... İktisatta buna “göreli fiyatların değişmesi” denir...
Mustafa Arslantunalı: Açık Radyo’dan bahsetmiyorsunuzdur inşallah?
HE: Hayır efendim, radyo cihazından bahsediyorum...Çok gelişmiş olmayanından tabii... Yapısal değişim geçiren ekonomilerde bu etki çok büyük olabilir. Yani onu gözden uzak tutmamak lazım ama hakikaten şaşırtıcı olabilir.
6) “Yerli araba fiyatlarının yabancı araba fiyatlarıyla eşit olduğunu” söylüyor dinleyicimiz...Bunu “az satıp çok kâr etmeye” bağlıyor... Ama bir şeyi unutuyor. Türkiye’ye araba ithal etmek serbest... İnsanlar bu durumda yabancı araba alırlar... Yerli araba üreticileri bunu bilmiyorlar mı? Biliyorlarsa niçin hâlâ böyle davranıyorlar? Belki de Türkiye’deki araba firmalarının fiyatları düşürmesini engelleyen bir şeyler var... Örneğin enerji maliyeti...
Dinleyicimize tekrar çok teşekkür ediyorum.
ÖM: Ben de dinleyicimiz Demir Sakaryalı adına çok teşekkür ederim. Bu ‘Ekonomi 101 dersi’ için de Hasan Ersel’e teşekkür ederiz. Hepimizin çok yararlandığı bir program oldu!
(21 Ağustos 2003'te Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)